4 Haziran 2017 Pazar

Mustafa Kemal Atatürk’ün Askerlik Hayatı

1. Trablusgarp Savaşı

İtalya, Osmanlı Devleti’ni Trablusgarp bölgesini geri bırakmakla suçlayıp 28 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne ültimatom verdi. Osmanlı Devleti, konuyu diplomatik yollarla halletmek istediyse de italya 29 Eylülde Osmanlı Devleti’ne karşı savaş kararı aldı. İngiltere ve Fransa’nın desteğini alan İtalya; işgalini Derne, Tobruk, Homs ve Bingazi’yi içine alacak şekilde genişletti. Bu işgaller karşısında Osmanlı Devleti, karadan İngilizlerin Mısır’ı işgal etmesi, denizden ise güçlü bir donanmanın olmaması nedeni ile bölgeye asker gönderemiyordu. Osmanlı Devleti’nin bu çaresizliği karşısında aralarında Mustafa
Kemal’in de bulunduğu bazı genç subaylar gönüllü olarak Trablusgarp’a gitti. Mustafa Kemal, Enver Bey gibi genç subaylar yerli aşiretleri teşkilatlandırarak İtalyanlara karşı örgütlediler. İtalyan kuvvetleri asker ve teçhizat üstünlüğüne rağmen Trablusgarp kıyılarından içeriye giremediler.
atatürkün askerlik hayatı tarih şeridi
Mustafa Kemal Derne ve Tobruk’ta önemli başarılar kazandı. Mustafa Kemal’in ilk savaş deneyiminde elde ettiği bu başarılar, zamanın en iyi silahlarına sahip İtalyan kuvvetlerini aciz bırakması, Milli Mücadele’de dünyanın en gelişmiş ordularını yeneceğinin habercisi olacaktır. Ayrıca Mustafa Kemal bu savaşta az kuvvetle sevk ve idare, gerilla savaşının incelikleri konusunda tecrübe edinmiş oldu. Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in halk arasında tanınmasının da başlangıcıdır. Dönemin en ünlü dergilerinde cephede çekilmiş fotoğrafları yayımlanıyordu.
Mustafa Kemal Trablusgarpta

2. Çanakkale Savaşı

Mustafa Kemal’in askerlik hayatında Millî Mücadele’nin liderliğine giden en önemli olaylardan birisi de Çanakkale Savaşı’dır (1915). Çanakkale Boğazı’nı geçmeye çalışan İngiliz ve Fransız donanması başarısız olunca karadan çıkartma yapma kararı aldılar. Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya başlayan düşman kuvvetlerini Mustafa Kemal’in komuta ettiği tümen Arıburnu’nda, ve Conkbayırı’nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseltildi. İngilizler 6 – 7 Ağustosta Arıburnu’nda ikinci taaruz harekâtına başladılar. Fakat başarı elde edemediler. Anafartalar Grup Komutanı Mustafa Kemal 9 – 10 Ağustosta Anafartalar Zaferi’ni kazandı. Bu zaferi 17 Ağustosta Kireçtepe, 21Ağustosta II.Anafartalar zaferleri takip etti (1915).
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’nda Türk ordusunun yazdığı kahramanlık destanının en önemli komutanı ve yönlendiricisi olacaktır. Conkbayırı’nda taarruz etmek için hazırlık yapan subaylarına verdiği: “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir.” emriyle Çanakkale Savaşı’nın bir varoluş savaşı olduğunu anlatmıştı. Mustafa Kemal’in Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar’da elde ettiği başarılar onun iyi bir lider ve komutan olmasının yanında cesaretinin sonucudur. Çanakkale Savaşı’nda askerleriyle cephenin en önünde mücadele etmiş sevk ve idareyi gerçekleştirmiştir. Mustafa Kemal’in savaşta gösterdiği cesareti ve liderliği onun Türk milleti tarafından tanınıp Millî Mücadele’nin lideri olarak kabul edilmesinde etkili olmuştur. Millî Mücadele’nin Başkumandanı Mustafa Kemal bu savaşta üstün askeri yetenekleriyle mesleğindeki başarısını kanıtlamıştır.
Mustafa Kemal Çanakkalede

3. Kafkas Cephesi

Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’ndan sonra Edirne’de bulunan 16. Kolordu komutanlığına atandı. Başında bulunduğu kolordunun Kafkas Cephesi’ne gönderilme kararı üzerine Diyarbakır’a gitti. Muş ve Bitlis’i işgal eden Rus kuvvetlerine karşı başarılı savaşlar yaparak Rus kuvvetlerini geri püskürttü.
Mustafa Kemal’in elde ettiği bu başarılar bölge halkına da büyük bir moral olmuştur. Bitlis ve Muş yörelerinden Diyarbakır’a gelen göçmenlerin perişan durumları, Rus ordusundaki Ermeni kuvvetlerinin halka yaptığı zulüm ve işkence olayları Diyarbakır halkında da tedirginlik oluşturmuştu.
Mustafa Kemal Paşa’nın Bitlis ve Muş’u geri alması Diyarbakır’da büyük bir sevinçle karşılandı. Kafkas Cephesi’nde elde ettiği başarılar Mustafa Kemal’in Anadolu’nun doğusunda da tanınmasını sağlamıştır. Tüm bu başarılar Türk halkının Millî Mücadele’de onun etrafında toplanmasında önemli bir etkendir.
Mustafa Kemal, Kafkas Cephesi’ndeki başarılarından sonra 7. Ordu komutanı olarak atandı.Alman Generali Falkenhayn ile askerî konularda yaşadığı problemler nedeniyle bu görevden ayrılarak İstanbul’a döndü. Veliaht Vahdettin ile Almanya’ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu gezinin Mustafa Kemal’in hayatının akışında oldukça önemli bir yeri vardır. 22 gün süre ile geleceğin padişahı ile beraber olan Mustafa Kemal onu yakından tanımak ve bir dereceye kadar da yakınlık sağlamak imkânını bulmuştur. Ayrıca gezi sırasında savaşın genel gidişi hakkında bilgi edinmiş, seçkin Alman generalleri Hindenburg ve Ludendorf ile tanışmıştır. Aynı şekilde Vahdettin de Mustafa Kemal’in üstün kabiliyetini tanıma imkânını elde etmiştir. Mustafa Kemal Almanya seyahatinden sonra 7. Ordu komutanlığına tekrar atandı ve Suriye’ye gitti.
Mustafa Kemal Diyarbakırda

Bitlis ve Muş’un Kurtuluşu

Bitlis ve Muş düşman istilasına uğramıştı. Bu işgal karşısında yok olmaz bir azim ve irade gösteren Mustafa Kemal Paşa, Bitlis Cephesi’ne ilk seyahatlerinde buradaki düşmanın harekâtını inceleme ve gözetleme gerekliliğini hissetmiş, bütün cepheye hâkim bir tepe tespit etmişti. Bir müfrezenin bu tepeye çıkmasını emretmişti. Bu müfreze tepenin zirvesine bir türlü çıkamıyordu. Çıkılamamasının en büyük nedeni bu yüksek dağın her tarafının karla kaplı olmasıydı. Bu durum hareketi engelliyordu. Halbuki askeri deha olan Paşa’nın fikri ise askeri harekâtlarda her durumun üstesinden gelinebilirdi. Paşa o tepeye çıkılmasını emretti. Bu durum karşısında kendisine güvenen bir arkadaşımız emrindeki kuvvetlerle ne yapıp edip emir verilen yere çıktı. Bitlis’in kurtuluşu kısmen bu sayede olmuştur. Burada Ruslara karşı verilen mücadele Paşa’nın askerlik dehasının en mühim hadiselerinden biri olacaktır.
Mustafa Kemal’in Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri alması onun hangi kişisel özelliğinin bir sonucudur?

4. Suriye Cephesi

Suriye’de karargâhını teslim alan Mustafa Kemal, ordusunu her türlü duruma hazırlayacak tedbirleri aldı. Mustafa Kemal’in gelişinden tam 18 gün sonra Allenby (Alenbiy) komutasındaki İngiliz birlikleri saldırıya geçmişti.
Cephe itibarıyla Osmanlı ordusu tam bir bozgun yaşıyordu. Mustafa Kemal Paşa yaklaşık bir yıl önce bölgede taarruzu değil, savunmayı hatta çekilmeyi teklif ettiğinde dikkate alınmamıştı. Şimdi 19 Eylülde başlayan bu taarruz karşısında bir bozgunu önleyebilmenin çareleri aranıyordu. Taarruzdan kısa süre önce de Mustafa Kemal bu saldırıyla ilgili olarak Yıldırım Orduları Grup Komutanı Liman Von Sanders’i uyarmıştı. Fakat görüşleri ciddiye alınmamıştı. Haklı çıkması gecikmedi.
İlk darbeyi yiyen 8. Ordu büyük bir yenilgi aldı. Sanders ve karargâhı esir düşme tehlikesi yaşadı. Mustafa Kemal, Riyak bölgesindeki dağınık kuvvetleri emrine almak üzere harekete geçti. O, bu kuvvetle ciddi bir savunma yapılamayacağını görmüştü. Yıldırım Orduları Grubu’ndan kalanları düşmana ezdirmeden Halep’e kadar çekilmeyi, savunma hattının burada kurulmasını düşünüyordu. 23 Ekimden itibaren başlayan düşman taarruzuna karşı, Halep’te bir savunma hattı oluşturuldu. Halep’te mücadele üç gün kadar sürmüştü. Halep’ten çıkmak ve kuzeydeki dağlık bölgede Anadolu’nun yolunu kapamak lazımdı. Yıldırım Orduları Grubu karargâhı da Adana’ya taşınmıştı. Burada düşman durduruldu ve Türk ordusu daha geriye çekilmemek konusunda sonuna kadar mücadele etti. Burası,
Türkiye’nin millî sınırlarını oluşturuyordu. Mustafa Kemal’e göre burası, Türk ordularının en başta korumayı ve kurtarmayı düşünmesi gereken hattı. Burası Türkiye’nin doğal sınırıydı. Mustafa Kemal Paşa her şeye rağmen birliklerini kurtarmıştı. Bir bakıma bu dört yıllık savaştan yenilmeden çıkmıştı.
Metinde Mustafa Kemal’in hangi kişisel özelliği ön plana çıkmıştır?
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasından bir gün sonra, Mustafa Kemal 31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelip Harbiye Nezaretinde (Savunma Bakanlığı) göreve başladı.
Atatürk'ün fikir hayatının gelişiminde neler etkili olmuştur?

Mustafa Kemal’in fikir hayatının gelişiminde dört tane şehir etkili ve önemli olmuştur. Bunlar: Selanik Manastır İstanbul ve Sofya’dır. Şimdi bunları Mustafa Kemal’in yaşamında meydana getirdiği etkileri göz önüne bulundurarak temel özellikleriyle tek tek inceleyelim:

Selanik: 

Mustafa Kemal’in doğduğu ve öğrenim hayatına başladığı Selanik Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki en gelişmiş şehriydi. İşlek bir limanı ve Avrupa ile demir yolu bağlantısı olan şehir aynı zamanda canlı bir ticaret ve sanayi merkezi idi. Çeşitli din ve milletten oluşan nüfusuyla da renkli bir yapıya sahipti. Burada Türkçe Rumca İbranice ve Bulgarca yayımlanan remi vilayet gazetesinin yanında Avrupa’da çeşitli dillerde basılan gazete ve kitapları anında okuma imkanı vardı. Mustafa Kemal’in 1907 yılında askeri görevle geldiği Selanik’te gizli bir cemiyet olarak kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti de faaliyet halinde idi. Mustafa Kemal de bu cemiyete katıldı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti II. Abdülhamit’in 1876 Anayasası’nı yürürlüğe koymasını ve Meclis-i Mebusan’ı tekrar toplantıya çağırmasını istiyordu. Cemiyetin bu girişimleri II. Meşrutiyet’in ilanıyla ( 23 Temmuz 1908) sonuçlandı. Bu sırada Mustafa Kemal bir yandan Selanik’te askeri görevini sürdürmekte bir yandan da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde çalışarak İstanbul’daki siyasi gelişmeleri yakından izlemekteydi. O II. Meşrutiyet’le yapılan yenilikleri yeterli görmüyor bu fırsattan yararlanarak ülkede daha büyük ve daha köklü değişikliklerin gerçekleştirilmesi gereğine inanıyordu. Mustafa Kemal Selanik ve çevresinde yapılan toplantılarda düşünce ve görüşlerini cesaretle savunuyordu. Fakat kendisinin görüşleri Cemiyet’in ileri gelenleri ile uyuşmuyordu. Fikirleriyle zamanının söz sahibi kişilerini uyarmaktan çekinmeyişi de bazı kişileri tedirgin ediyordu. Ordunun siyasetten ayrılmasını isteyen Mustafa Kemal de bir süre sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden ayrılarak kendini tamamen askerlik görevine verdi. 

Manastır:

Bir Çankaya akşamında mırıldanıyordu: 

“ Manastır’ın ortasında var bir havuz canım havuz.
Manastır’ın ortasında var bir çeşme canım çeşme” 

Mustafa Kemal Manastır’a askeri idadide öğrenim görmek üzere geldi. Konsolosluklar ve ticaret şehri Manastır o dönemde aralarında çekişme olan çeşitli din ve milliyetten insanları barındırıyordu. Sırbistan Bulgaristan ve Yunanistan kendi kiliseleri aracılıyla bölgeye hakim olmak istiyordu.

İdadi sıralarındaki Mustafa Kemal’in fikir hayatına bu bölgenin durumu ve okul çevresinin katkısı da yadsınamaz. Burada Vatan ve Hürriyet Şairi Namık Kemal’i ve eserlerinde Türkçülüğü ön plana çıkaran Mehmet Emin Yurdakul’u tanıdı. Bu dönemde Türk kültür ve tarihi ile okuduğu eserler sayesinde Mustafa Kemal’in fikir hayatı şekillendi. Özellikle tarih bilinci bu dönemde oluşmaya başladı. Bu bilincin gelişmesindeki en önemli rol Tarih Öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey’e aitti.

Mustafa Kemal bazı Fransız düşünürlerin eserleriyle de tanıştı. Bu düşünürlerin fikirleri üzerinde de arkadaşları ile uzun soluklu tartışmalar yaptı. Bu yıllarda Mustafa Kemal’i en çok etkileyen olay 1897 Türk – Yunan Savaşı oldu. Bu savaşta Türk ordusu savaş meydanında kazanmasına rağmen masa başında istediğini alamamıştı. Öğrenin gördüğü o yıllar içinde yabancı devletlerin Manastır’daki müdahaleleri Mustafa Kemal’in kafasında Türklerin geleceği ile ilgili ilk soru işaretlerini uyandırdı. 

İstanbul:

Mustafa Kemal’in Osmanlı Devleti’nin başkentine ilk gelişi eğitim amaçlıdır. Daha sonraki yıllarda görevi gereği İstanbul’da ikamet etmiştir. Başkent devletin kalbinin attığı yerdir ve burada siyasi faaliyetleri yakından takip etmek mümkündür. Mustafa Kemal’in İstanbul’da bulunduğu Beyoğlu (Pera) ve Galata civarı şehrin Batı’ya açılan yüzüydü. Burası Avrupa elçiliklerinin yoğun olduğu bir semtti. Hemen her gün tiyatro konser davet balo gibi sosyal faaliyetler düzenleniyordu. Bu dönemde Avrupa’da olan her şey Beyoğlu’na yansıyordu. Galata’da basımevleri bankerler doktorlar ve avukatlara ait çok sayıda iş yeri bulunuyordu. Günlük Fransızca gazeteler Avrupa’dan bilgi akışını sağlayan önemli kaynaklardı.

Mustafa Kemal okul yıllarında arkadaşlarına konferans niteliğinde konuşmalar yaparken sonraki yıllarda da İstanbul’da evinde arkadaşları ile toplantılar düzenlemiş ülke sorunlarını tartışmıştır. Ayrıca o yıllarda arkadaşları ile dergi ve gazeteler hazırlamıştır. Aşağıdaki anektotta Mustafa Kemal’in İstanbul’daki okul yıllarını arkadaşlarından Asım Gündüz anlatıyor:

“Mustafa Kemal milletleri uyandırmak olan fikir adamları devlet adamlarıdır.” diyordu. Yabancı lisana karşı büyük bir hevesi vardı. Bu maksatla Beyoğlu’nda bir Fransız madamına pansiyoner olmuştu. Bu Fransız kadın İttihatçıların Paris’te yayımladıkları gazeteleri Fransız sefareti kuryeleri ile getiriyor ve Mustafa kemal’e ulaştırıyordu. Fransız kadın aynı zamanda Mustafa Kemal’e Fransızca dersler veriyordu. (Asım gündüz hatıralarım s. 12-14)

Öğrenim hayatı boyunca okuduğu eserler Mustafa Kemal’e gerçekçi akılcı ve bilimsel bir düşünce yapısı kazandırmıştır. Bu sayede yaşamının her döneminde Mustafa Kemal olaylara aklın ve bilimin ışığında yaklaşmıştır. Onun düşünceleri ileride gerçekleştireceği ilke ve inkılapların da temel dayanağını oluşturmuştur.

Sofya:

Balkan Savaşları sonunda Osmanlı hükümeti tamamen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kontrolüne geçti. Bu sırada Mustafa Kemal Sofya askeri ateşeliğine görevlendirildi. O günlerde Sofya’da sosyal hayat çok canlıydı. Üst düzey yetkilerin katıldığı danslı yemekli toplantılarda Mustafa Kemal Avrupa devletlerinin temsilcileri ile doğrudan görüşme ve fikirlerini paylaşma imkânı buldu. Bulgaristan’da kalan Türklerle yakın ilişki kurdu ve Türklerin yaşadıkları yerleri ziyaret etti. Bulgaristan’da Türkçe yayınlanan gazetelerle irtibat kurarak bölgedeki sosyal ve siyasi haklarının yükseltilmesi çalışmalarına katıldı. Bulgar meclisinin toplantılarını takip etti. Mustafa Kemal o dönemde gözlemlerinin yer aldığı bu raporlarına kendi analizlerini de ekleyerek bunları Osmanlı Devleti’nin yetkilileri ile paylaşmıştır
Sırasıyla Atatürk'ün gittiği okullar, şehirleri ve tarihleri

Mahalle Mektebi (Selanik)

Şemsi Efendi Okulu (Selanik)

Selanik Mülkiye Rüştiyesi ( Selanik)

Selanik Askeri Rüştiyesi : 1893 ? 1895 ( Selanik)

Manastır Askeri İdadisi: 1895 ? 1899 (Manastır Şehri Makedonya)

Harp Okulu: 13 Mart 1899 - 10 Şubat 1902 (İstanbul)

Harp Akademisi: 1902 - 11 Ocak 1905 (İstanbul)


Atatürk, okul yılları

Mustafa, öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebine başladı. Sonra babasının isteğiyle, yeni bir yöntemle öğretim yapmak üzere Selanik'te açılan, Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti.

 
Bu sırada babasını kaybetti. Annesi Mustafa'nın eğitim hayatına devam etmesini istediği için, Selanik Mülkiye İdadisi'ne (ortaokul) kaydoldu.

Askeri Rüştiye elbisesi giyen komşusunun oğluna özenen Mustafa, asker olmasını istemeyen annesinin karşı çıkmalarına rağmen, gizlice, Selanik Askeri Rüştiyesi'nin sınavına girdi. 

Sınavı kazandığı haberini alan Mustafa annesine karşı bir oldu bitti yapıp, bu okula kaydını yaptırdı. (1893). Bu okulda, Matematik hocası ona Kemal adını verdi.


Selanik Askeri Rüştiyesini başarıyla bitiren Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ne (lise) girdi. 

Burada Fransızca'dan geri kalınca, ilk tatilde Selanik'e gitti ve iki üç ay gizlice Fransız Firerler Okulu'nun özel sınıfına devam ederek, Fransızcasını geliştirdi. 

Ertesi yıl Manastır Askeri İdadisi'nde, buraya yeni gelen Şair Ömer Naci ile tanıştı ve edebiyatla da ilgilenmeye başladı.

Atatürk


Manastır Askeri İdadisi'ni başarıyla bitiren Mustafa Kemal, İstanbul'a giderek Harp Okulu'nun piyade bölümüne girdi.

(13 Mart 1899). Harp Okulu'nun ilk sınıfında az çalışan Mustafa Kemal, diğer iki yılda var gücüyle derslerine sarıldı.

1902'de bu okulu teğmen rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisi'nde devam etti. 1903 yılında Üsteğmen oldu.

Atatürk, harp okulu
 
11 Ocak 1905 tarihinde de Harp Akademisi'nden mezun olan Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, staj yapması için Şam'daki 30. Süvari Alayı'na gönderildi. 
Atatürk

ATATÜRK'ün Ailesi

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Selanik’te doğduğu ev
Mustafa Kemal ATATÜRK, 1881 (Rumî 1296) yılında Selanik’te Koca Kasım Paşa Mahallesi Muhtar Sokak No:38'de bulunan ve bugün müze olan üç katlı bir evde dünyaya gelmiştir. Babası o sırada kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım’dır. Baba tarafından dedesi, ilkokul öğretmeni olan Kızıl Hafız Ahmet Efendi; anne tarafından dedesi ise Sofuzade (Sofizade) Feyzullah Efendi'dir.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün hem baba hem de anne tarafından soyu “evladı fatihan” yani Rumeli’nin fethinden sonra buraların Türkleştirilmesi için Anadolu’dan (Konya/Karaman bölgesinden) göçürülüp, iskân edilen Türk boylarındandır.
Baba soyu, günümüzde Makedonya Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan Manastır vilayetinin Debrei Bala sancağına bağlı Kocacık köyüne yerleşmiştir. Ali Rıza Efendi’nin babası Kızıl Hafız Ahmet Efendi ile onun kardeşi Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi 1800’lü yılların başında o dönemde yine bir Türk toprağı olan Selanik’e göç etmişlerdir. Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik’te dünyaya gelmiştir. Selanik’te Abdi Hafız Mektebinde okumuş, Vakıflar İdaresine kâtip olarak girmiş, “gümrük memurluğu” görevlerinde bulunmuş ve son olarak ticaretle meşgul olmuştur.
Kocacık’taki ATATÜRK’ün dedesinin evi 
(Restore edilmiş hali)
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün anne soyu da, Fatih Sultan Mehmet döneminde Konya-Karaman civarından Rumeli’ye göçürülüp, iskân edilmiş olan Türk boylarındandır. Bu sebeple aileye “Konyarlar” da denilmektedir. Tamamen Türk olan Vodina sancağına bağlı Sarıgöl nahiyesine yerleşen aile; sonradan Selanik yakınlarındaki Lankaza’ya geçmiştir.
Vodina Sancağı ve Çevresi
1841 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanım ile 1870 veya 1871’de evlenmiştir. Altı çocukları olmuştur: Fatma (1871/1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal ATATÜRK) (1881-1938), Makbule (Boysan Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1886-1901?). Kardeşlerinden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında, o senelerde Rumeli’yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında vefat etmişlerdir. En küçükleri olan Naciye'nin ise Mustafa Kemal Mekteb-i Harbiyede öğrenci iken vefat ettiği düşünülmektedir. ATATÜRK, Selanik Askerî Rüştiyesinden itibaren hayatı boyunca dostlukları ve arkadaşlıkları devam etmiş olan Fuat Bulca’ya bir gün şöyle demişti: “Kardeşlerim arasında en sevdiğim Naciye’ydi. Çocuk yaşının üstünde hisli, duygulu ve öğrenmeye meraklıydı. Ben Harbiyeye giderken kitaplarımı istemişti. Annemden onu okutmasını istemiştim. Ne ablam Fatma’yı ne ağabeylerim Ahmet ve Ömer’i hatırlıyorum. Son ikisi aynı yıl, 1883’te ben iki yaşında iken ölmüşler. Naciye, annem gibi sarışın, mavi gözlü, duru beyaz tenli idi.”
Mustafa Kemal, 1886 yılında altı yaşına girdiğinde ilkokul çağına gelmiştir. Babasının istememesine rağmen, Zübeyde Hanım’ın ısrarları üzerine önce Koca Kasım Mahallesi’ndeki Mahalle Mektebine törenle giren Mustafa, kısa bir süre sonra; Selanik’in şöhretli öğretmenlerinden ve eğitimcilerinden Şemsi Efendi'nin yeni metotlarla elifba öğretimi yaptığı özel okula yazdırılmış ve esas öğrenimine burada başlamıştır. Mustafa okuyup yazmayı burada öğrenmiş, babasının ölümüne kadar bu okulun sınıflarını düzenli olarak takip etmiştir.
Ticari faaliyetleri iyi gitmeyen Ali Rıza Efendi, bu olaydan çok etkilenmiş ve hastalığa yakalanarak 23 Mayıs 1886 tarihinde Selanik’te vefat etmiştir. Üç çocukla dul kalan Zübeyde Hanım, kardeşi Hüseyin Ağa’nın yönettiği Lankaza’daki Çalı (Rapla) Çiftliği'ne gitmiştir. Bu durum Mustafa’nın öğrenim hayatına bir süre ara vermesine neden olmuştur. Öğrenmek ve yetişmek imkânlarından mahrumiyetin verdiği huzursuzlukla âdeta bunaldığı görülen bu kabiliyetli ve yaratıcı çocuğu, annesi nihayet okula devam etmek üzere Selanik’teki teyzesinin yanına yollamak zorunluluğu duymuştur. Altı ay kadar süren çiftlik hayatından sonra Selanik’e gelen Mustafa Mülkiye Rüştiyesine (ortaokulu) başlamıştır.
KAYNAKLAR
  • ATADAN, Makbule; Ağabeyim Mustafa Kemal, (Yay.Haz.:Şemsi Belli) Ayyıldız Yayınları, İstanbul, 1959.
  • AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam Mustafa Kemal'in Hayatı, 1881-1919, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1969.
  • BAYUR, Yusuf Hikmet; ATATÜRK’ün Hayatı ve Eseri: Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar, ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1990.
  • DİMİTRİADİS, Vasilis; Bir Evin Hikayesi (Çev.Gülsün AKSOY-AİVALİ), TTK Yay., Ankara, 2016.
  • EROĞLU, Hamza; ATATÜRK’ün Hayatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986.
  • GÜLER, Ali; Bir Dâhinin Hayatı: ATATÜRK’ün Soyu, Ailesi, Öğrenim Hayatı (1881-1905), Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2000.
  • ÖZ, Mehmet Ali; Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre ATATÜRK'ün Ailesi, Asi Kitap Yay.,2017.
  • ŞAPOLYO, Enver Behnan, Kemal ATATÜRK ve Millî Mücadele Tarihi, Rafet Zaimler Yayınevi, İstanbul, 1958.
  • TURAN, Şerafettin; Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik Mustafa Kemal ATATÜRK, Bilgi Yayınları, Ankara, 2004.
  • UNAT, Faik Reşit; ATATÜRK ve Ailesi, Efradı ve Kendisine Karabet Dereceleri, V.TT Kongresi, Ankara, 12-17 Nisan 1956.
İlk Türk Devletlerinde Sanat
Tarihi MÖ 4500’lere kadar uzanan Orta Asya,  çeşitli kültürleri bünyesinde barındırmıştır. Bu bölgede yer alan en önemli kültürler:
1. Anav Kültürü (Batı Türkistan bölgesi)
2. Afanesyevo (Sayan Dağları’nın kuzeybatısı)
3. Andronova Kültürü (Altaylardan Ural Dağları’na kadar uzanan bölge)
4. Karasuk Kültürü (Karasuk Nehri civarı)
5. Tagar Kültürü (Abakan bölgesi)’dür.
 Bu kültür bölgelerinde topraktan ve madenlerden yapılmış süs eşyalarına, nakışlarla bezenmiş seramik parçalarına, tuğladan yapılmış evlere, çeşitli dokumalara rastlanması gelişmiş bir kültürü göstermektedir.
 Orta Asya Türk kültürünün temeli, İlk Türk Devletleri’nin konargöçer yaşam biçimine göre şekillenmiştir.
NOT : 
Hunlar ve Köktürklerde taşınabilir sanat eserleri ortaya çıkarken, Uygurlarda ise yerleşik hayata geçmelerinden dolayı farklı eser tipleri ortaya çıkmıştır.
Türklerde Çadır Sanatı 
Sabit ev kültüründen haberdar olan Türkler yaşam tarzları gereği çadırda yaşamayı tercih etmişlerdir. Bu durum çadır sanatının gelişmesine etki etmiştir.
NOT :
Yurt adı verilen çadırlar keçeden yapılmaktaydı. Çadırlar alçak kubbeli olup iç çatısı ağaç iskeletlidir. Tepelerinde havalandırmayı sağlayan bir delik bulunmaktadır.
 Türklerdeki çadır geleneği daha sonraki dönemlerde anıt mezar ve dini mimari üzerinde de tesirini göstermiştir.
Özellikle Türklerin ölü gömme merasimi denilen yuğ törenlerinde çadırın kullanılması ölülerin mezarı üzerine kerpiç, ağaç ve taştan kulübe yapılmasını doğurarak Kurganların ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu durum daha sonraki dönemlerde anıt mezar mimarisini etkilemiştir.
 Çadır sanatı, mimarinin yanında süsleme sanatını da etkilemiştir.
 Hun Türklerinde kumaş, keçe ve çadır üzerine aplike tekniği ile yapılmış süslemeler görülür. Süslemelerde konu olarak kaplanla dağ keçisinin grofonla geyiğin savaşımları betimlenmiştir.
KURGAN
Kurgan, Orta Asya’daki eski Türk mezarlarına verilen ad. Genelde devlet yöneticisi olanlar için yapılmıştır. Kurganlar tahtalarla, bazen de taşlarla çevrili mezar odalarının üstüne bir metre ile yetmiş metre arasında toprak yığılmasıyla oluşturulur. Kurganlarda asıl mezar odası bazen dikdörtgen, bazen kare veya oval olabiliyordu. Cesedin bulunduğu yere bazen doğrudan ulaşılabiliyor bazen de bu oda altta yer alıyordu. Ceset odasının döşemesi ağaç kütükleri ve kalastan yapılıyordu. Cesetlerin başı doğuya çevrilmiş olur ve cesetler eşyaları ile birlikte kurganlara gömülürdu. Kurganın farklı bölgelerinde at cesetlerine de rastlanmıştır.
Bugüne değin, bulunan en önemli kurgan Kazakistan’daki Esik Kurganı’dır. Esik Kurganı’nda bulunan altın elbiseli adamdan daha önemlisi yarısı kırık bir kabın üzerindeki yirmi altı haflik iki satır yazıdır. Bu yazı bugüne kadar bilinen en eski Türk yazısı olarak kabul edilen Yenisey ve Orhun Anıtları’ndaki yazılardan yaklaşık bin yıl daha eskidir. Böylece ilk Türk yazısının tarihi milattan önce beşinci yüzyıl olarak kesinleşmiştir.
Anıt Mezar Geleneği ve Mimari
Anıt mezar geleneği, Köktürklerde daha da gelişerek devam etmiştir. Orhun Irmağı kıyılarında bulunan Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan Anıtları önemli örneklerdir.
NOT :
Anıt mezarlar dikdörtgen bir alan içinde, tören yolu ve bu yol üzerinde ölen kişinin yaptıklarından ve devletin durumundan bahseden anıtlar, çeşitli heykeller ve sunaktan oluşur.
 Uygurlar Dönemi’nde anıt mezar anlayışı  biraz daha şekillenerek kubbeli sisteme geçilmiştir.
 Uygurlar “Stupa” denilen kubbeli tapınaklarda duvar ile kubbe arasındaki bağlantıyı sağlamak için üçgenler kullanmışlardır.
Daha sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde kullanılan bu üçgenler “Türk üçgeni” olarak adlandırılmıştır.
 İlk yerleşik yaşama geçen Türk toplumu olan Uygurlar, mimarinin ilk örneklerini vermişlerdir. Düzenli kentler bu dönemde görülür. Kentler savaşlar nedeniyle surlarla çevrilidir.
Uygur kent mimarisinin en önemli örnekleri evler, saraylar, manastır ve tapınaklardır. Uygur evlerinin mimarisi Anadolu’daki Türk evleri ile ortak özellikler göstermektedir.
NOT :
Uygurlar Dönemi’nde yapılan manastır ve tapınaklar mekân tasarımı ve avlu etrafındaki oda dizileri, Türk – İslam Devletleri’ndeki medreselere örnek olmuştur.
Heykel Sanatı
Heykel Sanatı
 Hunlar Dönemi’nde, genellikle tunçtan yapılmış kemer tokaları, at koşumu süsleri ve takılarından oluşan küçük boyutlu heykelcikler görülmektedir.
Köktürkler Dönemi’nde, büyük boyutlu ve anıtsal örnekler daha stilize edilmiş bir şekilde görülür. Orhun Anıtları ve balballar buna örnek olarak gösterilebilir.
NOT : 
Balballar “Bengütaş, baba taş, kadın taş” gibi adlarla mezar taşı olarak gönümüze kadar yansımıştır. Özellikle Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkleri bu geleneği yaşatmışlardır. Muş ve Tunceli yöresinde koç biçimli mezar taşlarına rastlanmıştır.
 Uygurlar Dönemi’nde İnsan heykellerinde gerçekçi bir anlatım görülür. Hayvan heykellerinde ise stilize bir ifade kullanılmıştır.
Diz çökmüş yük taşıyan erkek heykeli ve Sorçuk’ta bulunmuş at ve fil başları önemli örneklerdir. Uygurlar Dönemi’nde heykel sanatının gelişmesinde dini inançlar da etkili olmuştur.
Resim Sanatı
Resim Sanatı
Hun resim sanatının oluşmasında Şamanizm’in ve kutsal hayvan töreni inancının etkileri vardır. Pazırık ve Noin – Ula kurganlarından çıkarılan keçe parçaları üzerindeki resimler buna örnektir.
 Türk resim sanatının temeli Uygurlar Döneminde atılmıştır. Uygurların yaptıkları duvar resimleri (Fresko) portre sanatının ilk aşamasıdır. Minyatür sanatında da ileri giden Uygurlar Moğolların devlet teşkilatında yer alarak Moğollar aracılığıyla resim ve heykel sanatını İran ve Anadolu’ya taşıyarak Anadolu Türk sanatını etkilemişlerdir.
NOT :
Uygurların yerleşim merkezi olan Karahoça’da yapılan kazılarda tapınakların zeminlerinde çini parçaları bulunmuştur. Bu durum çini sanatının da ilk olarak Uygurlarda kullanıldığını göstermektedir.
El Sanatları
İlk Türk Devletleri demircilik, dericilik, dokumacılık, maden ve ahşap işçiliği gibi el sanatlarıyla uğraşmışlardır. Yaptıkları eserlerin üzerine Türklerin yaşam tarzından kaynaklanan ve Hunlar Dönemi’nde başlayıp tüm Orta Asya’da yaygın olarak kullanılan “Kıvrıkdal Bitki Üslubu” (Bitkisel modiflerin kıvrılarak iç içe geçerek oluşturduğu süsleme) ile “Hayvan Üslubu” (Birbiriyle boğuşan durumda stilize edilen hayvan figürleri) işlenmiştir.
NOT :
İlk Türklerdeki hayvan üslubu anlayışı İslamiyet’ten sonraki dönemde özellikle taş süslemelerde sıkça kullanılmıştır.
 Türklerin geçim kaynağı olan hayvancılık Türk sanatını etkilemiştir. Dokumacılık önemli el sanatlarından biri olmuştur. Dokumacılığın bir dalı olan halıcılık da Türklerde önem arz eden bir sanat dalı olmuştur. Pazırık Kurganı ve Doğu Türkistan mezarlarında bulunan Türk düğümlü halı parçaları Türklerde bu sanatın ilk dönemlerden itibaren yaygın olduğunu göstermektedir.
Maden Sanatı
Türkler, maden sanatında da ileri gitmişlerdir. Altın ve gümüş işlemeciliğinin yanında demir ve bronz madenini de kullanmışlardır.
 Türkler, ham demirden çelik elde ederek kılıç kalkan, mızrak, ok uçları, üzengi vb eşyalar yapmışlardır. Maden sanatına ait en önemli örnekler, bugün Viyana Sanat Tarihi Müzesi ve Leningrad Ermitaj müzesinde bulunmaktadır.
NOT :
Yaşam tarzları çerçevesinde ahşap işçiliğine önem veren Türkler çeşitli ev eşyaları yanında (sandalye, masa, dolap vb.) göçlerde kullanılan araba ile at koşum takımlarını da ustalıkla yapmışlardır.
PAZIRIK HALISI
Dünyanın en eski halısı 1949 yılında Altay Dağı’nın eteklerindeki Pazırık bölgesinde buzullar arasında kalmış bir kurgan ortaya çıkarıldı. Kurgana defnedilmiş olan ölünün  yanına eski Türklerde adet olduğu üzere yaşarken kullandığı eşyalar da gönülmüştü. Bu eşyaların arasında bir de halı bulunuyordu. Bulunduğu bölgenin isminden dolayı bu halıya “Pazırık halısı” denildi. Halı uzmanlar tarafından incelendiğinde bilim dünyasında çok konuşulacak bilgiler ortaya çıkacaktı. Halı 1.89 x 2 m. boyutunda ve çok ince yünden (iplik) yapılmış olup, 10 cm2’de 36.000 Gördes düğümü ile inanılmaz ve daha sonraları erişilememiş bir ustalık eseridir. Halı, süvari figürlerinden geniş bordur, geyik figürlerinden ikinci geniş bordur, grifonlardan bir iç ve bir dış dar bordur, zeminde 24 kare halinde haçvari çiçekleri ile kırmızı zemin üzerine beyaz, sarı ve mavi renklerin hâkim olduğu dama tahtasına benzer bir örnek göstermektedir.
Dünyanın bilinen ilk halısı olarak kabul edilen Pazırık halısı üzerindeki pars damgası ile at, eyer ve pantolonlu süvari resimleri günümüze kadar bozulmadan kalabilmişlerdir.
Türklerde Sanat